GAZZE: MEŞRU MÜDAFAA MI TERÖR MÜ?
- Muhammet Efe Yılmaztürk
- 11 Şub
- 4 dakikada okunur
Siyonist Kongre’den toplama kamplarına, toplama kamplarından 1948 yılına ‘’vaat edilmiş topraklara’’ uzanan bir hikâye; Yahudiler ve Filistin Halkının çarpışması. Savaşlar ve barışlar; kan ve gülün, yağmur ve güneşin hikayesi Gazze.
1948 yılında başlayan topraklara dönüş hikayesinin masallardan çok korku filmlerine benzemesi, Arap-İsrail savaşları, yitirilen binlerce can ve Altı Gün Savaşı sonucunda ikiye bölünen bir devletin özgürlük mücadelesine tanıklık etmiş Filistin davası Yaser Arafat’ın Oslo görüşmelerindeki tutumundan sonra ikinci defa değişecekti. Değişim 1996 erken seçimini yaşayan İsrail’de hükümetin başına Benyamin Netanyahu’nun gelmesiyle başlamış oldu. Gazze’de yaşanan mevcut olaylara değineceğimiz bu yazının da önemli bir bölümünü ayıracağımız Müslüman Kardeşler grubunun Filistin ayağı olan Hamas’ın da Netanyahu ile ilk karşılaşması bu yıllarda olmuştur. Netanyahu Oslo görüşmelerindeki kararlara uymayacağını belirtmiş, Netanyahu’nun bu tutumu liderliğinin ilk yıllarında Hamas’ın üstleneceği birçok bombalı saldırıyı beraberinde getirmiştir. Netanyahu’ya sonradan değineceğimizi hatırlatarak odaklanmamız gereken asıl zaman çizelgesinin Ehud Barak dönemi yani 1999 yılından sonra olduğunu belirtelim. 1999 yılından itibaren bölgedeki çatışmalara Hizbullah’ın da dahil olması, Yaser Arafat’ın tutumlarının keskinleşmesi Yahudi halkında Filistinlilere karşı bir antipati yaratılmasına sebebiyet vermiş tarafların radikalleşmesinin önü açılmıştır.

Ortadoğu’da artan gerilim, Amerika’nın bölgeye asker sevkiyatı ve İran’ın Hamas ve Hizbullah örgütlerini destekleyip bölgedeki gerilimi arttırması sonucu barış anlaşmaları durmuş Gazze şeridine duvar örülmüştür. El Fetih, Hamas ve Hizbullah’ın çeşitli girişimleri sonucunda İsrail kuvvetleri bölgeye orantısız bir biçimde güç uygulamış çok sayıda sivilin ölmesine sebebiyet vermiştir. Tarihsel arka planı incelediğimizde bu çatışma sürecinin bir anda başlamadığını temelinin 1948’e uzandığını açık bir şekilde görmekteyiz. Bu bağlamda ele almamız gereken temel sorun iki tarafın çatışmasında tarafların hangi amaç uğruna nasıl savaştığı ve tarafların savaşmalarındaki temel motivasyon kaynağının ne olduğudur.
Bölgede çeşitli çatışmalar zaman içerisinde yaşanıyor olsa da bu temel sorunları 7 Ekimde başlayan olaylar zinciri etrafında açıklamanın hem güncellik hem de anlaşılırlık açısından en doğru sonucu vereceğini düşünmekteyiz. Bu sebeple meseleye 7 Ekimde Hamas’ın üstlendiği çeşitli alet ve ekipmanlar kullanılarak havadan karadan ve sahil şeridinden İsrail mevzilerine ve yerleşim yerlerine sızarak başlatılan direniş harekâtında tarafların motivasyonunu ele alarak başlıyoruz.
Filistin’de kurulan onlarca direniş örgütünden biri olan Hamas mevcut gücünü 2006’da El Fetih hareketi ile girmiş olduğu iç çatışma sonucu elde etmiş, Gazze bölgesinde gücü eline almıştır. Örgütün İran rejimi tarafından desteklendiğine dair güçlü iddialar bulunmasına karşılık Hamas elinde bulundurduğu envanter gücüne büyük ölçüde doğal yollardan ulaşmıştır. Filistin’in yeniden inşası için gönderilen malzeme ve ekipmanlar kullanılarak yapılan çeşitli silahları Hamas kendi temsilcileri aracılığıyla kamuoyunda paylaşmıştır. Harekât başta sızma harekâtı olsa da Hamas beklenmedik bir başarı ile İsrail sınırını şok bir saldırıyla kırmış Batı Şeria sınırına oldukça yaklaşan bir koridor açmıştır. Savaş öncesi Gazze arazisini de olabildiğince iyi analiz edip şehri tüneller ile bir gerilla savaşına hazırlayan Hamas için temel motivasyon kaynağının senelerdir uğradıkları zulme son vermek, kamuoyunda kendi adlarını lanse ederek bölge içerisindeki hakimiyetlerini güçlendirmek olarak izah edebiliriz.
İsrail devleti ise Siyonist fikri ideasının bir getirisi olarak yerleşmiş olduğu vaat edilmiş topraklarında sistematik bir şekilde yerleşimini tamamlamış, uluslararası kamuoyunun desteğini almış; güçlü medya organ ve kuruluşlarına sahip olan, son model teknolojik cihazlarla dolu envantere sahip olan bölgenin en güçlü devletlerinden birisidir. İsrail bölgede yapılan anlaşmalara zaman içerisinde uymayarak çeşitli insan hakkı ihlalleri gerçekleştirip, uluslararası hukuku hiçe sayan davranışlara imza atarak topraklarını orantısız bir şekilde büyütmekle yetinmeyip savaş kurallarını hiçe sayan ve orantısız bir şekilde siviller başta olmak üzere yerleşim yerlerine zarar verici bir politika izlemiştir. Saldırıların orantısız bir şekilde devam etmesi için karşı tepki ve meşru müdafaa bahanelerine ihtiyacı olan İsrail için Hamas’ın saldırıları ve bölgede yaşanılan olaylar biçilmez kaftan olmuş İsrail’in saldırılardaki motivasyonu bu olaylar neticesinde gelişmiştir.
Hamas’ın savaşın ilk günlerinde yapmış olduğu festival alanı saldırısı ve çeşitli rehin alma görüntüleri kamuoyunda olumsuz bir tepki yaratmış İsrail Theodor Herzl’in Siyonizm’inden beri aradığı ve her zaman en iyi şekilde kullandığı ‘’mazlum’’ rolünü oynamaya başlamış tepkiyi Hamas üzerine odaklayarak karşı saldırı için güç toplamıştır. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ve diğer devlet yetkililerinin açıklamalarıyla başlayan saldırı süreci uluslararası anlaşmayla garanti edilen ve kullanılmaması yasak olan ‘’Fosfor Bombası’’ nın kullanımına evrilmiş, medyanın gözü önünde vicdan, namus ve diğer tüm insani duygular hiçe sayılarak Gazze’nin elektriği, suyu ve gazı yani tüm insanca yaşamak için gerekli olan tüm temel yapı taşları Gazze’nin yani masum sivillerin elinden alınmıştır. Bölgede kadın, çocuk, yaşlı fark etmeksizin yapılan katliam ölçüsüz bir şekilde artmış çevrede birçok gazeteci ve araştırmacı da hayatını yitirmiştir. Hamas’ın yapmış olduğu saldırı görüntülerinin birçoğunun sonradan yanlış haber servisi olduğu ortaya çıkmış Birleşmiş Milletler raporları doğrultusunda Hamas’ın sivil halka vermiş olduğu zararın İsrail’in Gazze halkına vermiş olduğu zarardan kat kat az olduğu ortaya çıkmıştır. Temel motivasyonunu mazlum rolünden alan İsrail gözündeki hırsı gizleyememiş Suriye, Lübnan ve Mısırda çeşitli hava saldırıları düzenleyerek bölgede bir ateş hattı yaratmıştır. Netanyahu’nun ‘’Yeşaya’nın kehanetini gerçekleştireceğiz.’’ Söylemi son derece endişe verici olmakla birlikte ülkemiz için de ciddi önem arz etmektedir. Kendi halkımızı ve topraklarımızı savunuyoruz söylemiyle başlayan bu karşı tepki Yeşaya kehaneti ile Arzı Mevud isteğine evrilmiş kadın, çocuk ve yaşlı fark etmeksizin öldürülen binlerce insana karşı olan tepki aydınlığın çocukları ile karanlığın çocuklarının savaşı olarak lanse edilmiştir. Unutulmamalıdır ki Ortadoğu’nun kaderi artık kan ile kirlenmiş ellerin kalemine teslim edilemeyecek derecede ciddi bir meseledir. Mesele Gazze’den çıkmış bir kültürün, medeniyetin yok edilmesine uzanmıştır. Uluslararası kamuoyu Ortadoğu’da çıkacak büyük bir yangının batı medeniyetine, Netanyahu’nun ifadesiyle ‘’aydınlığa’’ da sıçrayacağını görmemekte midir yoksa görmezden mi gelmektedir?
Bu bağlamda kendi vicdanımızın sesini dinleyip, rasyonel veriler ve yaşanan olaylardan da ders çıkararak kendimize sormamız gereken tek bir soru vardır:
Yaşanılan onlarca olay, masum sivillerin ha
yatını yitirişi, insan hakları ihlalleri bir meşru müdafaa mıdır yoksa bastırılmış duyguların bir bahanenin arkasına sığınılarak dışavurumu olan bir terör faaliyeti midir?
Muhammet Efe YILMAZTÜRK
Comments