Yaşamak Umurumuzdadır: Farklı Olmak Zorunda Mıyız?
- Muhammet Efe Yılmaztürk
- 11 Şub
- 4 dakikada okunur
Yaşamak bir yolculuktur esasında. Kimine uzun, kimine kısa; siyah ve beyazın arasında gri bir yolculuk. İnişler ve çıkışlar; mutluluk ve hüzün. Yaşamak bir piyeste rol almaya benzer. Kimisi kendi sahnesinde figüran olmakla yetinir, kimisi sığmaz sahnelere.
Modern çağ yaşamın kendine has sıradanlığını ve karmaşasını insanlık tarihinde görülmemiş bir boyuta evrilmesine yol açmış, yaşamın yüzeyselliğine karmaşık bir sayfa aralamıştır. İçgüdüleri sayesinde hayatta kalan insanoğlu tabiat ile bütünleşmeyi öğrenmiş, toprak ananın nimetlerinden faydalanarak kendine bir medeniyet inşa etmiştir. İnsanoğlunun inşa etmiş olduğu medeniyetin sınırlarını aşarak kendi sınırlarının ötesinde büyümesi, yaşam yolculuğunda bahşedilmiş iyinin karşılığında kötüye olan yatkınlığı insanlığın sosyolojik gelişimine ters etki yaparak insanı özel olmaktan çıkarmış distopik medeniyetler ağının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Tüm bu karamsarlığa, gecenin en karanlık anında olunmasına rağmen haykırmak, dünyaya, medeniyete, insana sesimizi en yüksek perdeden duyurmak gerekir ki ‘’Yaşamak Umurumuzdadır!’’
Peki yaşam insanoğlu için bir karmaşa haline gelmiş, sıradanlığın aksine özel ve biricik olmayı zorunlu hale getirerek insanı adeta bir yarış atına çevirmişse de umurumuzda olmalı mıdır?
Evet olmalıdır, bu konuyu dallandırıp budaklandırmadan söylemek gerekir gerçeği. Evet yaşamak umurumuzdadır! Her şeyden öte yaşam umursamazlığa bırakılamayacak kadar umut barındırır içinde. Karanlıklar aydınlığı beraberinde getirir, her mağlubiyet kendi içinde saklı zaferler taşır. Yolculuk her zaman vaat etmez bize zambak bahçelerini, önce bataklıklarla sınar bizi, beden ve ruh çamurda kirlendikten sonra kavuşur zambaklara. Ki unutulmamalıdır;
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ruhumuzu karanlığın esaretinden kurtardığımıza göre şimdi mesele asıl soruya cevap vermektir. Yozlaşmış modern insanlık insanın mutluluğu için farklı olmayı şart koştuğuna göre gerçekten de farklı olmak zorunda mıyız?
Yaşamın her ne olursa olsun yanlışı ve doğrusuyla, eksikliklerini kabul edip tam olan güzelliklerini benimseyerek umurumuzda olması gerektiğini izah ettiğimize göre şimdi farklı olmak zorundalığı üzerine çözüm yolları aramak gerekmektedir. Bu anlam arayışında temel dayanak noktamız Varoluşçuluk düşüncesinin sıradanlaşmış bakış açısından sıyrılarak düşünce biçimine bambaşka bir kapı aralayan Danimarkalı filozof ve teolog Søren Kierkegaard olacaktır.
Gelişmekte olan insanoğlu üretim kavramının başkalaşması sonucunda tüketicilik anlamında hızla oburlaşmaya doğru evrilirken üretimin seri halde yapılmasının sonucu olarak da soyutlanmış, tekdüze malzemelere ve içeriğe yönelme eğilimi göstermiştir. Üretim kavramının bu derece tabana yayılması sonucunda insan varoluşunun bir özü olarak fark edilme çabasının sıradanlık olgusuna yenik düştüğüne şahit olmuş ve içsel bir bunalıma sürüklenmiştir. Her insanın aynı şeyi yaptığı, aynı üstü giydiği, aynı dilden konuştuğu, aynı şeyleri yüceltip aynı şeyleri yerdiği bir dünyada fark edilmek ve fark edilmenin bir sonucu olarak mutlu olmak arzusu ön plana çıkmış insan sıradanlık algısını yitirerek basit arzulardan almış olduğu hazzı kendi içerisinde yitirmiştir. Mutlu olmak ideasının bu denli yüksek bir sınırının olması insanın yolculuğundan zevk almasının önüne geçerek özün kaybına yol açmıştır.
İşte tam bu noktada, umutsuzluğun çoğaldığı gecenin en karanlık anında Kierkegaard’ın ‘’Ümitsizliğin en derin biçimi, kendisi olmaktansa başkası olmayı seçmektir.’’ sözünü hatırlamalı, çözümün dayatılmış ölçütlerden değil de kendimiz olmaktan geçtiğini kabullenmemiz gerekmektedir. Kierkegaard böylesine özel bir düşünceyi dile getirmiş olmasına rağmen Danimarkalının yaşamına baktığımızda kendi gerçeğiyle yüzleşemeyip yaşamın kendisine dayatmış olduğu korku ağının etkisinden çıkamayarak tüm sade olan şeylerden, hakiki mutluluktan uzak kaldığını görürüz. Kierkegaard’ın yaşamı işte tam bu noktada farklı olmanın değil de sıradanlığı sevmenin gerçek çözüm olduğunu göstermektedir.
Farklı olmak dayatmasının insanoğlunda yaratmış olduğu travmanın sonuçlarına Türkiye özelinde bakmak gerekirse;
Türkiye’deki ‘’özel olma’’ savaşının ve özellikle genç yaş kategorisindeki insanlarda artan psikolojik bunalımların temel sebebinin eğitimdeki kalitesizlik olduğunu söyleyebiliriz. Anaokulu düzeyinden en temelden başlayan yozlaşma öğretmenin kendi sistemi içerisindeki değerinin azalmasına sebep olurken değersizleşen öğretmen karşısında değersizleşmiş öğrenci profilinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Üniversite sayısındaki ciddi artışın eğitim kalitesinden çok devlet politikası haline gelerek sistemin zoraki hale getirilmiş olması eğitim sisteminde öğütülen aynı şeyleri yapan robotlaşmış bir nesil ortaya çıkmasının önünü açarak insanlardaki sürü düşüncesini körükleyerek ‘’özel olma’’ isteğinin körüklenmesine sebep vermiştir. İnsan kendi benliği üzerindeki anlam savaşından bu sebeple uzaklaşmış, fark edilmek uğruna Kierkegaard’ın dediği gibi başkası olmayı seçmiştir. Tek tip olup sıradanlığın derinliğinde kaybolmayı unutan nesiller hayatın maddi külfetini yüklenebilmek uğruna çalışma hayatına atılarak yaşamlarını bir döngüye sokmuş ve basit eylemler altında mutlu olabilme ideasından uzaklaşmıştır. Meselenin temelinde Türkiye olmadığından ötürü bu tür verilerin detaylarını paylaşmayı doğru bulmuyor ve meselenin özüyle yetinmeyi tercih ediyoruz.
Neden kendimize sırf kendimiz olduğu için değer vermeyip varoluşumuzu özel sebeplere dayandırmaya çalışıyoruz? Ne için daha kendimizi bulamamışken kendimizi hiç bilmediğimiz arzular uğruna değiştirmeye çalışıyoruz?
Tüm bu istek ve arzuların koca bir saçmalık olduğunun farkına varmalı. Yaşamın sadece bir noktasını temel alıp önümüze gösterilmek istenen noktaları gösterenlerin benliklerimize verdikleri zarardan kendimizi korumalı, benliğimizi sıradan mutlulukların içerisinde yaşatmalıyız.
Sonuç olarak hepimiz özümüzde birbirimizden farklıyız. Bu farklılıklarımız biz insanoğluna bambaşka yollar sunuyor, her yolun sonunda bizi bekleyen üstün bir ödül olmasa da yolculuğun kendisinden mutlu olmak gerekiyor. Modern çağın dayattığı standart kalıp içerisinde yaşamaya çalışmak insanın kendi zihin hapishanesinde tutsak kalmaya devam etmesinden başka bir şey değildir. Ey insanoğlu kendi tutkularınızın peşinden koşun; fark edilmek için değil mutlu olmak için yürüyün. Yaşamın sonsuz bir döngü olmadığını, sahneye sadece bir defa çıkabileceğinizi unutmayın. Kendi ideallerinizi benimseyin, fark edilme korkusuyla yozlaşmış sürülerin robotları olmaktan kaçın. Sıradanlığın ve basit şeylerle mutlu olabilmenin aslında ne kadar da özel bir şey olduğunu bilin. Hiçbirimizin kusursuz olmadığının farkında olarak, eksikliklerin, düşüşlerin ve yenilgilerin yolculuğu yolculuk yapan gereksinimler olduğunu fark edin. Ki zaten yaşamak ve mutlu olmak kendiliğinden özel şeylerdir.
‘’ ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır’’
Issız vadilerde kendi zambağıma kavuşabilme dileğiyle.
Muhammet Efe YILMAZTÜRK
Comments