ÖKSÜZ VATAN: 1948’DEN GÜNÜMÜZE FİLİSTİN İSRAİL MESELESİ
- İntikal Dergisi Yazar Komisyonu
- 11 Şub
- 6 dakikada okunur
‘’Biz Yahudiler için bir motivasyon kaynağı gerekiyor, dünya tarihindeki mazlum tarihimiz!’’ demişti Siyonist fikrin temel yapı taşını açıklarken Theodor Herzl. Avrupa’nın Katolik haklarınca gördükleri muameleler, 1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası topraklarına
kavuşma özlemleri ve tüm bu olguların gerçekleşemeyişi Yahudilerin devlet isteğinin son raddeye gelmesine sebebiyet vermişti. Ne makus bir talihtir ki Viyanalı bir ressamın kendi içerisinde yarattığı korkunç paranoyanın yaratmış olduğuyla yüzleşmek zorunda kalacaklarını bilmiyorlardı. Siyonizm’in kuruluş felsefesinden bahsetmiş olduğumuz yazıda da belirttiğim üzere dini ve ekonomik olgular sebebiyle çeşitli ülkelerde antisemitik hareketlerinin oluşmasına sebebiyet veren Yahudi cemiyeti özellikle 1. Dünya Savaşı sonrasında ağır bir yenilgi alan ve bu ağır yenilgi sonucunda yeni bir cumhuriyet oluşumuyla tarih sahnesine tekrardan merhaba diyen Weimar Cumhuriyeti’nin kaynaklarını, Weimar pazarlarını ve ekonominin şah damarı olan borsayı ele geçirmiş, ağır borçlar altında sıkışık kalan Almanlara zor günler yaşatmaktaydılar. Meselenin böyle olmadığına dair ciddi bulgular mevcut olsa da Adolf Hitler’in yaratmak istediği imparatorluk için ciddi derecede büyük düşmanlara ihtiyaç vardı ve Yahudiler bu düşmanların en büyüğü oldular. Sayısız insan hakkı ihlalleri, toplama kampları, sistematik soykırım uygulamaları ve bilim etiğini hiçe sayan deneyler Hitler iktidarı boyunca Yahudilerin peşini bırakmamıştır. Dünya savaşının seyri ve yapılan stratejik hatalar yazımızın konusu olmadığından dolayı bu kısmı atlayıp savaşın bitimine yani Adolf Hitler’in ölümüne gidiyoruz.

Almanların hem Sovyetler Birliği hem de Amerikan orduları tarafından ablukaya alınması ortak bir güç ile mağlup edilmeleri kısa süreliğine de olsa Amerika ve Sovyetler Birliği cephesini ortak davranmaya itmiştir. Bu cep bilgiyi edindikten sonra tekrardan Herzl’in mazlum tarih motivasyonuna değinecek olursak Yahudilerin bu dönem içerisinde yaşamış oldukları insan dışı muamele uluslararası ortamda Yahudiler üzerine destek toplanmasının önünü açmış, işlevliğini sürdüren Yahudi Şirketi ve şirket dışı Yahudi bankerlerinin de maddi kaynak sağlamasıyla birlikte 1948 yılında İngiliz birlikleri tarafından boşaltılan Hayfa bölgesine Yahudi Derneğinin bir kuruluşu olan Yahudi Ajansı’nın Yahudilerin uluslararası camiadan aldığı destek sonucunda yürürlüğe giren 1947 BM Paylaşım Planı’na dayalı İsrail Devleti’nin kurulduğu resmi olarak kamuoyuna duyurulmuştur.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere Alman güçlerini bertaraf etmek için oluşturulan birlikteliğin yaratmış olduğu ortam ile yeni kurulan İsrail devletini Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman ile Sovyetler Birliği Başkanı Stalin birlikte tanımışlardır. Bu noktaya özellikle değinmemizin sebebi Siyonizm’in temel yapı taşlarından biri olan uluslararası desteğin sağlanması noktasının İsrail’in kuruluşundan itibaren titizlikle uygulanıyor olduğudur.
Yahudilerin bölgeye gelmesinden sonra oluşan nüfus tablosu 650.000 Yahudi’ye karşılık 1,2 milyon Arap’tan ibaretti. Arap nüfusunun gözle görülür bir şekilde Yahudi nüfusundan fazla olmasına rağmen BM Paylaşım Planı neticesinde stratejik bölgeler dahil olmak üzere Filistin topraklarının büyük bir bölümünün Yahudi yerleşimcilere verilmesi Arap Koalisyonu tarafından tepkiyle karşılandı ve Filistin İsrail meselesi bağlamında ilk sıcak çatışmaları 14 Mayıs 1948 tarihinde başlamış oldu.
Mısır, Transürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’ın oluşturmuş olduğu koalisyona karşı yeni kurulmuş bir devlet olan İsrail savaşın ilk kısmını oldukça ağır yaralar alarak geçirmiştir. Arap Lejyonlarının etkin hücumları sonucunda Kudüs’ün büyük bir bölümünün Yahudilerin elinden alınması, Mısır ordularının Gazze’den içeri girerek Arap Lejyon Orduları ile birleşmesi İsrail Ordusu’nun da temelini oluşturacak olan Haganah örgütünün yapmış olduğu Deir Yasin Katliamında 170 Filistinli sivilin ölmesi sonucunda Suudi Arabistan ve Sudan’ın da güçlerini bölgeye sevk etmesi İsrail’in işini oldukça zorlaştırmıştır. 11 Haziranda Birleşmiş Milletler Elçilerinin bölgeye sevk edilmesi sonucunda yapılan müzakereler sonuç vermiş ve bölgede bir aylık ateşkes ilan edilmiştir. Ateşkes süresince İsrail’e göç akımının hızlanması Holokost’tan kurtulmuş binlerce genç Yahudi’nin bölgeye gelerek silah altına girmesini sağladı, İsrail Haganah örgütünü resmileştirerek İSK yani İsrail Savunma Kuvvetleri’ni resmi olarak kurmuş oldu. Mevcut koşullarda bölgeye silah teminatı yasaklanmışken çeşitli girişimler sonucunda İSK bir aylık süreç içerisinde envanterini hatırı sayılır ölçüde genişletmiştir.
9 Temmuz 1948 yılından itibaren 1949 yılının temmuz ayına kadar süren çatışmalar iki tarafa da ciddi kayıplar verdirmiş olsa da burada dikkat etmemiz gereken unsur savaşın seyri değil İSK yani İsrail Savunma Kuvvetleri’nin savaşta uygulamış olduğu stratejidir. Savaş özellikle 18 Temmuz tarihinden itibaren İsrail lehine dönmeye başlasa da asıl demir yumruk İsrail güçlerinin Arap Lejyonlarını Kudüs çevresinde durdurup tüm güçlerini Mısır’ın üstüne sürmesiyle indirilmiştir. Beerşeba ve Negev’in İsrail ordusu tarafından işgal edilmesiyle birlikte Mısır’ın kapıları açılmış oldu ve çatışmalar sonucunda taraflar sırasıyla 24 Şubat Mısır, 23 Mart Lübnan, 3 Nisan Ürdün, 20 Temmuz Suriye olmak üzere imzalanmış ve İsrail Filistin sınırlarını oluşturacak ‘’Yeşil Hat’’ sınırları ortaya çıkmıştır.
Savaşın genel seyrinden bahsettiğimize göre asıl meselemize dönecek olursa bu savaş esnasında İSK sistematik bir biçimde bile ve isteye Filistin halkının yerleşim yerlerini yaşanamayacak hale getirmiş, su kuyularını batıl duruma sokmuş, tarlaları tahrip etmiş çok sayıda Filistinliyi geçici ya da kalıcı göçe zorlamıştır. Bu durumu sayılar ile somutlaştıracak olursak Birleşmiş Milletlerin sunmuş olduğu rapora göre bu savaş esnasında 726.000 Filistinli bölgeden kaçmak zorunda kalmış ve zoraki çıkarılmıştır. Savaş sürecinde özellikle Polonya ve Amerika’dan yeni topraklara binlerce Yahudi aile akın etmiş başta azınlık olan Yahudiler bölgede hakimiyet kurma fırsatı yakalamıştır. Öyle ki sadece bir yıllık bir süreçte bölgeden çıkarılan Filistinli sayısı 726.000’ken 726.000 Yahudi’nin bölgeye gelmesi tamı tamına on yıl sürmüş 1948’de 800.000 kişilik bir popülasyon 1958 yılında iki milyonu aşmıştır. Bu da 1948 savaşının asıl amacının toprak ele geçirmekten ziyade yerleşim yerlerinin tahribatı ve sistematik göçün önünü açmak olduğunun açık bir göstergesi olmuştur.
Savaş sonucunda belini doğrultamayan ve yıllar içerisinde İsrail devletine yapılan yatırımlara karşı İsrail ile rekabet edemeyecek duruma gelen Filistin halkı kendi içerisinde örgütlenme sürecine girmiş bu süreçte çeşitli gruplar baş göstermiştir. Filistin halkının direncinin bu derece ağır şekilde kırılmasından ötürü gerilimi Mısır ile yaşayan İsrail 1967 yılında Arap Koalisyonuna karşı 1948 yılının tekrarı niteliğinde olacak Altı Gün Savaşında Arap Koalisyonuna karşı ezici bir zafer elde etmiştir. Filistin Halkı aynı dönem içerisinde Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü olmak üzere biri Marksist-Leninist biri İslamcı ideolojide iki temel örgüt etrafında şekillenmiş Batı Şeria Hattı ve Gazze başta olmak üzere çeşitli bölgelerde yoğun çatışmalara girmiştir. Özellikle soğuk savaşın etkisiyle birlikte iki kutuplu dünya siyaseti Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin Sovyetler Birliği’nin desteğini almasına sebebiyet vermiş Filistin Halk Kurtuluş Cephesi bölgede etkin bir güç haline gelmiş çatışmaların bir şekilde çözüme kavuşmaması sonucunda Altı Gün Savaşı’nın tetiklemiş olduğu işgal 1993 yılına kadar yoğun bir şekilde devam etmiştir.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Sosyalist devletlerin finansmanının kesilmesi aynı şekilde Marksist-Leninist örgütlerin de ciddi anlamda güç kaybına uğramasına sebebiyet vermiştir. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin bölgede zaman içerisinde etkisini kaybetmesi Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e desteğinin artması; Kurtuluş Cephesi’nin gücünün İslamcı güç olan Kurtuluş Örgütü’ne aktarılması Yaser Arafat’ın Arap Birliği’nden güç alması ve ‘’El Fetih’’ hareketinin tahmin edilenden daha başarılı olması sebebiyle Yaser Arafat’ın uluslararası medyada gücü ele geçirmesine sebebiyet verdi. Kurtuluş Cephesi’nin Ürdün başta olmak üzere çeşitli yerlerde İsrail kuvvetleri ile savaşırken Bill Clinton’un araya girmesiyle hızlı bir biçimde İsrail Devlet Başkanı İkaz Rabin ile Kurtuluş Örgütü ve El Fetih Hareketi temsilcisi Yaser Arafat arasında Norveç’in Başkenti Oslo’da barış görüşmeleri yapılmış ve 1993 yılında imzalanan bu anlaşma neticesinde Filistin Ulusal Yönetimi ortaya çıkmış, Filistin resmi olarak İsrail Devleti’ni tanımış Altı Gün Savaşları ile tetiklenen savaş sürecinde İsrail’in ele geçirmiş olduğu topraklar saniyeler içerisinde atılan imzalar neticesinde İsrail’in eline geçmiş Filistin dar bir çembere sıkıştırılmıştır. Yaser Arafat’ın temel motivasyon kaynağı Filistin Devleti’nin kurulması ve bölgede iki devletli bir çözüm önerisi olsa da ne birinci ne de ikinci Oslo görüşmelerinde Filistin Halkı’nın devlet talebi yerine getirilmemiştir. İsrail’de çeşitli dönemlerde birden farklı profillerde başkanlar görev almış olsalar da Theodor Herzl’in yol göstermiş olduğu Siyonist Devlet inşasından şaşılmamış, sistematik göç kusursuz bir şekilde tamamlanmış, bölge market ve pazarları Yahudi tüccarların eline geçmiş Filistin bölgesindeki topraklar toprak ağalarından cüzi miktarlar karşılığında satın alınmış mağdurlar ise yoksul Filistin halkı olmuştur. Filistin tarafında ise çeşitli örgütler neticesinde ayaklanmalar ve özgürlük ümitleri geliştirilmiş olsa da Arap Koalisyonu ve Arap Birliği’nin İsrail üzerine yapmış olduğu harekât ve uygulamış olduğu ambargolar beklenen etkiyi yaratmadığından ötürü Filistin halkı çaresizliğe terk edilmiş bir durumda yaşamaya mahkûm edilmiştir.
Özetleyecek olursak açık bir şekilde görüldüğü üzere 1948’den itibaren hiçbir şekilde ve hiçbir şartta Siyonist Devlet Olgusu ve Theodor Herzl’in devlet inşa sisteminden şaşmamış olan Yahudi Devleti mazlum talihlerini tersine çevirmek için BM Yerleşim Planı adı altında hazırlanan raporla birlikte başka toplum ve milletlere kendi yaşadıklarını yaşatmaya başlamıştır. Bölgede çıkan savaşların altına yatan temel sebep hep aynıdır: Sistematik bir biçimde Arap halkının yerleşim yerlerinin imha edilmesi. İsrail devleti de bilmektedir ki bu temel olgu gerçekleştiği sürece bölgeye yeni Yahudilerin gelmesi kolaylaşacak, Filistin halkı mülteci ve işgalci durumuna düşecektir. Filistin halkı her ne kadar da çeşitli örgütler ve Arap Birliği’nin bölge için yapmış olduğu mücadelelere sırtını dayamış olsa da Yaser Arafat’ın Oslo Görüşmelerindeki başarısızlığı 1993 yılından itibaren yeni bir Filistin İsrail penceresi açılmasına sebebiyet vermiştir. 1996 yılında başlayacak olan 1. Netanyahu dönemi sonrası İsrail Filistin ilişkileri bir sonraki yazımızın konusu olup bu tarihe kadar geçen süreçte ilişkiler 1948 ve 1967 savaşları etrafında gelişmiş olup İsrail devlet başkanları değişse de uygulanan sistem değişmemiştir. Bölgede İsrail’e destek olan güç 1967 yılında kadar gözle görülür biçimde Fransa olsa da değişen dünya dengeleri ve Sovyet tehlikesi karşısında 1967’den itibaren İsrail garantörlüğünü Amerika Birleşik Devletleri’ne bırakmış bulunmaktadır. Medya gücünün bariz bir şekilde Yahudilerin elinde olmasından kaynaklı yaşanan insan hakları ihlalleri örtbas edilmiş Filistin halkının acıları ve yerleşim yerlerinin ilhakı medyada geniş yer bulamamıştır. Meselede açıklığa kavuşturduğumuz noktalardan ve rakamlarla desteklemiş olduğumuz verilerden de açık bir şekilde görülmektedir ki İsrail’in bölgeye yerleşmesinin önünü açan ana unsur toprak satışı değildir. Kaldı ki toprak satışı fakir halk tarafından değil Filistin’de yerleşimci bile olmayan ve bölge için azınlık durumunda olan zengin toprak sahiplerince gerçekleştirilmiştir. Filistin medya önünde ve Oslo anlaşmalarında devlet vaadiyle uyutulmaya ve sindirilmeye çalışılmış, bölgedeki en olabilir çözüm çift devletli uygulama iken bu yönde bir barışa gidilmeye hiç uğraşılmamıştır. Theodor Herzl’in misyon ve vizyonundan da anladığımız üzere zaten İsrail’in amacı bir barış değil topraklar üzerinde mutlak hakimiyet kurmaktır. Birilerinin çıkarları uğruna senelerdir binlerce insan sebepsiz ve suçsuz yere hayatını kaybetmektedir.
Savaşın son bulduğu, refah ve aydınlığın egemen olduğu görmek ümidiyle bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Muhammet Efe YILMAZTÜRK
Comments